9 Ocak 2009 Cuma

Tramplen

Kolları uzamaya başladı.
Sarıldı dünyaya.
Dünya kadar oldu.
Dünyalar kadar sevdi.
Bir zıpladı ki tramplende.
Geri gelmedi.
Aşağıdakiler bakakaldı ardından.
Ama zıplamaya cesaret edemediler onun gibi.
İzlemeyi yeğlediler.
Beklediler,
geri gelmesini.
Ama gelmedi.
Komadan yeni çıkmıştı.
Beş yıldır hastanedeki çiçekli yatağında uyuyordu o sabaha kadar.
Birden uyandı.
Bahçeye indi.
İlk dikkatini çeken bankların yanında duran tramplendi.
Meraklı bakışlara aldırış etmeden tramplenin üstüne çıktı ve zıplamaya başladı.
İkinci zıplayışından sonra onu bir daha gören olmadı.
Ama duyan oldu ara sıra,
uzaktan gelen kahkahalarını.

7 Ocak 2009 Çarşamba

1+1=1

Amfinin içinde iki kişi hararetli bir şekilde tartışıyor.
Kırmızı pelerini andıran bir elbise giymiş olan gözlüklü adam uçuyor sanki, tahtanın bir ucundan diğer ucuna giderken.
Ayakları gözükmüyor.
Elindeki cetveli arada tahtadaki formülü göstermek için kullanıyor.
20'li yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim sarışın, kıvırcık saçlı çocuk ise bir sandalyeye oturmuş elleri yana sallanır şekilde, adının Peripus olduğunu sonradan öğrendiğim kırmızı pelerinliyi dinliyor ağzı açık bir şekilde.
Ben de istemeden kulak misafiri oluyorum konuşulanlara.
Tamam yalan söyledim.
Çok merak ediyorum neler konuştuklarını.
Konuşulanları duyabilmek için anfinin en arkasında can çekişiyorum.
Arada duyabildiğim bir kaç kelimeyi yıldızlı not defterime yazıyorum.
Neden? diye sorarsanız.
Bilmiyorum.
İçimden bir ses anlatılanların çok önemli olduğunu söylüyor.
Ondandır ki kendimden geçmişcesine not alıyorum.
Sonra bir ara kafamı notlardan kaldırıp onlara doğru bakıyorum.
Ve donup kalıyorum.
Karşımda bir ayna olsa şuanda bakabileceğim,
büyük ihtimal şok halindeki beni gördüğümde korkacaktım.
Kıpırdayamıyorum.
Gözlerim gördüklerine, kulaklarım ise duyduklarına inanamıyor.
Neyse bütün bunlar 20 saniye içinde olup bitiyor.
İyi ki de böyle oluyor.

Gördüğüm manzarayı anlatmak istiyorum size.
Biraz önce bahsettiğim kırmızı pelerinli adam iki tane olmuş.
Sarışın kıvırcık saçlı çocuk da iki tane.
Yani toplam dört kişi var şuanda karşımda.
Ama ikisi daha renksiz ve saydam.
Diğer ikisi ise sandalyede ölü gibi hareketsiz duruyor.

Kırmızı pelerinlilerden renksiz olan konuşmaya başlıyor ardından.
Çaylikus sana anlatmak istediğim şudur ki;
sen bir tane değilsin. ( o sırada yan sandalyelerde oturan ikiliyi işaret ediyor.)
Kimse bir değil.
Karmaşalar yaşamanın sebebi budur.
İkisin sen.
Ama bir içinde iki.
Yani biz 1+1=Büyük Bir'iz.
Bu formülü aklından çıkarma.
Şimdi yapman gereken bunları sende buluşturup uyumlu olmalarını sağlamak.
Uyumlu olur, çatışmazlarsa her şey yolunda demektir.
Karışıklık olmaz.
Ama ikisi de bildiğini okumak ister ve anlaşamazlarsa vay haline.
İşte durum bundan ibaret.

Zil çalıyor o sırada.
Zilin sesiyle ben de kendime geldim ama hala masanın altında sessiz bir şekilde oturuyorum.
Buarada Çarlikus ve Peripus tekrar iki oldular.
Ve amfiden çıktılar.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Kont Basva

Dev dünya haritasının karşısına geçti.
Gittiği son ülkeyi de işaretledi.
Ruhu gibi rengarenkti haritası da.
Telefonu eline aldı.
Gitme vakti gelmişti yine.
Gittiği hiçbir yerde bir haftadan fazla kalmazdı haksızlık olmasın diye o ülkeye.
Ait olma ve sahip olma duygusunu öldürmeyi öğrenmişti.
Zaten ilk ders bu değil miydi?
Hiçbir şey senin değil sen de kimsenin değilsin.

Bu cümle ilk çınladığında kulağında İngiltere'de Kont Basva'nın yanında çalışıyordu.
Kont Basva astronomiyle yakından ilgili olduğu için Bashiva'ya yaptığı her çalışmada destek oluyordu.
1824 yılının en soğuk günlerini yaşıyorlardı o sıralar.
Basva 250. yaşını kutlamak için Babilague Şatosunda görkemli bir balo vermeye karar vermişti.
Ama mutlu değildi.
Yıllar ilerledikçe sabırsızlığı ve siniri daha da artıyordu.
Kan bile artık onu mutlu etmiyordu.
Hatta tiksindiriyordu bu zavallı ölümlülerin kanı onu.
Bu zayıf yaratıkların kanından başka bir şey olsa onu tercih edebileceğine yemin ederdi.
Nasıl olur da her şeye sahip olduğunu ve onu sonuna kadar kendisininmiş gibi sömürebileceğini sanan bu zavallıların kanlarına muhtaç olabilirdi.
Bu haksızlıktı.
O gitmek istiyordu onlar ise sonsuza kadar kalmak istiyorlardı komik bir şekilde.
Gidebilmek için dünyanın sonunun gelmesini beklemekten başka şansı yoktu.
Bu nedenle astronomi adına yapılabilecek en küçük bir gelişme için bile gözünü kırpmadan bütün servetini harcayabilirdi.
Onlar çok şanslı Bashiva bunu nasıl anlamazlar? demişti gezegenlerin dizilişi hakkında yaptıkları bir tartışma sırasında.
Zamanı gelince gidecekler.
Biz ise hep burdayız.

145 yıl geçmişti bu sözlerin üzerinden.
Eski günleri hatırlamak hüzünlendirmişti onu.
Bir bilet aldı ve kaldığı yerden devam etti yolculuğuna.
Site Meter