26 Aralık 2008 Cuma

Tiktak

Kendini iyi ifade ederdi ama.
Bu sefer yetmiyordu kelimeler,
anlatmak istediklerine.
Her kelimeyi kullandığına emindi.
Araştırmaya başladı yeni kelimeler.
Sonunda anladı ki sorun kullanamadığı kelimeler değil kullandıklarıydı.
Duvarda asılı olan resimdeki ağaçtı.
Resme bir kez bakan çok net görürdü.
Yaprakları, dalları anlatıyordu her şeyi.
Anlatıyordu onu.
Sonra aldı kalemi eline.
Yanına kendisine benzeyen 99 tane ağaç daha çizdi.
Evet şimdi oldu dedi.
Zor seçiliyordu artık.
Sıra kelimelere gelmişti.
Aldı silgiyi eline kelimelerini silmeye başladı.
Sildikçe görünmez olmaya başladı.
Yok oldu sonunda.

16 Aralık 2008 Salı

Kleo

Masallarda yaşayan bir kız varmış.
Ama maddesel dünyaya dönebilme yeteneğine de sahipmiş.
Ara sıra gelirmiş dünyaya sonra tekrar gidermiş masallarına.
Ve hayatı masallardaki gibi olsun istermiş.
Arkadaşları ona " Arada Sıkışmış Ruh " derlermiş.
Nasıl mı?
Bütün ruhların dünya hayatını yaşamak için sıra bekledikleri yerde, o da sabırsız bir şekilde beklermiş sırasının gelmesini.
Yaşlı ruhların geri döndüklerinde şöminenin başında şarap eşliğinde anlattıkları maddesel hayatı hep merak edermiş.
En kıdemli ruh olan Jean, onun bu sabırsızlığını farkedermiş ama bir şey diyemezmiş.
Saçlarını okşayıp, " tamam Kleo yakında sen de göreceksin " der ve gülümsermiş.
15 milyon kozmik yılın ardından gitme zamanı yaklaşmış.
10. sıraya gelmiş Kleo.
Heyecandan yemek yemeyi bırakmış, kimseyle konuşmaz olmuş.
En sonunda dayanamamış ve ön sıralara geçmiş.
Bu durumu farkeden Ruh'u Şad ona çok kızmış ve Ruhlar Heyetine durumu bildirmiş.
Ve oy birliğiyle "dünyaya gitmesine ama hiçbir zaman kendisini oraya ait hissetmemesine" karar vermişler.
Cezası kesinleşmiş.
Sabırsız davranıp ön sıralara geçmekten 60 yıl " Arada Kalma Cezası " almış.
Kleo o sırada anlamamış bu kararın anlamını.
Ama şimdi çok iyi anlıyor.

5 Aralık 2008 Cuma

Fotoğraf Makinesi

Prof. Derdinuos'tan aldı fotoğraf makinesini.
Çok mutluydu.
Biraz pahalıya patladı ama olsun dedi içinden.

Profesörün sözlerini tekrarlıyordu kafasında.
"Unutma. Sadece bir kere basacaksın deklanşöre. Yoksa dünyadaki bütün insanları hapsedersin bu görüntüye. "

Çok mutluydu.

Eve geldiğini bile farketmemişti.
Mutluluktan.

Zile bastı. Frederic her zamanki gibi geç açtı kapıyı.
İşten geç gelmiş uyuyormuş beyefendi.
Başına neler geleceğini bilmiyor tabi diye düşünürken mutfağa gitti ve son kez kontrol etti makineyi.

İçeri geldi.
Son kez öptü Fred'i.

En güzel açıyı yakalayacak şekilde ayarladı makineyi ve deklanşöre bastı.
Bu sırada şaşkınlıkla onu izliyordu Fred.

"Ne yapıyorsun hayatım?" dedi.
Hiçbir şey demeden yanına geldi.
Ve " gülümse" dedi.

O anda her şey durdu.
Oda bomboştu.
Sadece fotoğraf makinesi vardı.
Ve çektikleri son görüntü.

Fred ekrana yapışmış bir şekilde " kurtarın beni buradan! " diye bağırıyordu.
Sigarasını yaktı ve Fred'in bu halini kahkahalarla izlemeye başladı.

Artık sonsuza dek bir arada olacaklardı.
Prof. Derdinuos'un sihirli makinesinin içinde.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Beyaz

Beyazın içinde yürüyordu.
Sonsuz bir beyazlık ama.
Diğer bütün renkleri yutan bir beyaz.
Yürümeye devam etti nereye gittiğini bilmeden.
Yürüdükçe beyaz olmaya başladı.
Beyaz oldukça huzura kavuştu.
" Bugünlük bu kadar yeter " diyerek Beyaz Oda'dan çıktı.
Yatağına uzandı.
Ve uykuya daldı.

2 Aralık 2008 Salı

Kanadalı Japon

Japonca "merhaba" dedi, yan koltukta oturan kadına.
Ama japon şok bir ifadeyle bakıyordu yüzüne.
" Konichiwa" dedi tekrar kadının duymadığını düşünerek.
Kızgın bir şekilde almanca bir şeyler söylemeye başladı japon.
O da almanca karşılık verdi kadına.
Bu defa da fransızca konuşmaya başladı kadın.
O anda kadında bir tuhaflık olduğunu anladı.

Çantasından çıkardığı kitabı okumaya başladı.
Salvador Dali'nin Saklı Yüzler adlı kitabını.
Kadın bir hışımla elindeki kitabı aldı.
Ve kitabın arka kapağındaki yazıyı okuduktan sonra gülerek ispanyolca bir şeyler söylemeye başladı.
O da kadına gülümsedi.
Bu şizoyla 10 saat yol nasıl çekilir? diye düşünüyordu o sırada.
Kadının vereceği tepkiyi tam olarak tahmin edemediği için kitabı da geri isteyemiyordu.
Nasıl olsa türkçe bilmediği için geri verecek psikopat diye düşünürken gülmesine engel olamadı.
Ama kadın kitabı okuyor gibi gözüküyordu.
Yok artık bu kadar da olamaz diye geçiriyordu içinden.
Türkçe de biliyor olamaz.

Yarım saat olmuştu uçağa bineli.
Japon kadın birden " buldum " diye bağırdı.
O kadar bağırdı ki hostes yanlarına kadar gelip, bir sorun olup olmadığını sordu.
Biraz önce ruh hastası gibi davranan o değilmiş gibi hostese gayet düzgün cevaplar vermeye başladı.
Yok efendim eli sıkışmış da, çok özür dilermiş de.
Japonun yüzüne hayretle bakıyordu.
İsminin Onakoma olduğunu söyleyen kadın biraz önce vermiş olduğu rahatsızlıktan dolayı özür diledikten sonra konuşmaya başladı.
Broadway'deki Winter Garden Tiyatrosu'nda 1 hafta sonra gösterime girecek olan oyunda; paniğe kapıldığında 15 dili aynı anda konuşmaya başlayan Alannah adlı Kanada Vatandaşı japon bir kadını canlandırdığını, bu nedenle ara sıra bu şekilde denemeler yaptığını söyledi.
Bu açıklamadan sonra çok rahatlamıştı Pepe.
Kadına döndü ve yüzüne sert bir şekilde yumruk attı.
Burnu kanamaya başladı Onakoma'nın.
Sonra dönüp hiçbir şey olmamış gibi özür diledi.
Bütün uçak şoktaydı.
Pepe'yi kadının yanından zor uzaklaştırdılar.
Bir şeyler sayıklıyordu.

Japon ölmeli.
Ölmeli.

Bir türlü sakinleştiremiyorlardı.
Sonunda bağlamak zorunda kaldılar.
10 saat sonra New York'taydılar.

48 saat önce.
Pepe:
"İlaçlarımı almayı unutmuşum
2 gün içmezsem bir sorun olmaz herhalde."

25 Kasım 2008 Salı

Aurora


" Nasıl olur da yaratmanın hazzına, taklitçiliğin hiçliğini tercih edersin ey insanoğlu" dedi Aurora.
Ve gözlerini kapadı.
Gözlerini kapadığı an gündüz gece oldu.
Sinirlendiği zaman hep böyle yapardı.
Ceza olarak gözlerini kapatacaktı 6 ay.
İnsanlığı gündüzsüz bir 6 ay bekliyordu.
Evet.
Gündüzsüz bir 6 ay.

(Hiçlik 2)

Kalabalık Sahnesi

Yönetmen " Kalabalık sahnesi için bile fazla hiç " dediği anda, şimşekler çaktı oyuncunun kafasında.
Patlama sesi ardından gelen,
bembeyaz ve gözleri kör eden bir ışık sardı etrafı adeta.
Sanki yıllardır bildiği ama kendine bile itiraf edemediği gerçekler yüzüne çarpıyordu.
"Artık her şey olmanın vaktidir" dedi.
Ve 2 dakika sonra "her şey"di.

(Hiçlik 1)

24 Kasım 2008 Pazartesi

Alexandra


Uzun zaman olmuştu,
gerçek bir çocuk görmeyeli.
IQ su Einstein ile yarışmayan,
her söylenen söze bir yanıtı olmayan,
hayatla yeni tanıştığı için algılayamadığı bir sürü konu olan bir çocukla karşılaşmamın
imkansız olduğunu düşünmeye başlamıştım ki,
Alexandra ile tanıştım.
The Fall filmindeki küçük kız.
Roy ona "Ruhumu kurtarmaya mı geldin ?" dediğinde, ne demek istediğini anlamadı.
O an kalbime girdi.
Alexandra'yı evlat edinmek istiyorum.
İlgililere duyurulur.

Mariana Çukuru

Yıl 2009.
4 değerli bilim adamı yıllardır üzerinde çalıştıkları araştırmanın son aşamasına geldiler.
Geldiler ama yine de tedirginler.
Nasıl olmasınlar ki.
Bu çalışmadan sonuç alırlarsa yer yerinden oynayacak.
Her şey tahmin ettiğimiz gibi giderse,
var olduğu sanılan gerçeklerin yerini, bizim gerçekliğimiz alacak dedi Real.
Bizim gerçekliğimiz.
Real bu cümleyi kurduğunda,
gülmeye başladılar.
20 yıldır bu anı bekliyorlardı.
Gülmek haklarıydı.
Rahatlamışlardı.
O çukura girip herkese göstereceklerdi, gerçeğin aslında aşağıda olduğunu.
Saat:19.00 Mayıs 2009
Hava sıcaklığı:3 derece
Siyah helikopter çukurdan çıkasıya kadar onları bekleyecek.
Mariana Çukuru'ndan.
Bütün dünya onları izliyor.
Belirlenen saatte çıkmazlarsa helikopter onları almadan gidecek.
Anlaşma bu şekilde yapıldı.
Ama tahmin ettikleri sonuçlarla çıkarlarsa,
dünya artık çok farklı bir yer olacak.
Birbirlerine şans dilediler.
Ve sonsuz boşluğa atladılar.
Ardından büyük bir sessizlik.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Büyük Kırmızı

Birden durdu.
Bütün gözler üzerindeydi.
Herkes bir sonraki adımı merak ediyordu.
Meraklı bakışlar onu daha çok heyecanlandırıyordu.
Kalbi artık yerinde durmak istemiyordu.
"Bedeni terkedebilir mi acaba?" diye düşünürken kalbine bakıyordu.
Sonra herkesin beklediği şey gerçekleşti.
Bir çıtırtı sesi duyuldu.
Kalp, göğüs kafesinden çıkıp havada asılı kaldı.
Ama hiç kan yoktu.
Sadece büyük kırmızı, meydandaki insanlara bakıyordu gülümseyerek.
Gözler odaklanmıştı ona.
Herkes ne diyeceğini merak ediyordu.
Ağzından çıkacak tek bir söz için her şeylerini verebilirlerdi.
Ama kırmızı sessizdi.
Sessizliği özlemişti.
Gözlerini kapatıp bunun tadını çıkardı.
Özgürdü artık.
Bundan daha güzel bir cevap olabilir miydi?

13 Kasım 2008 Perşembe

Masal

Ofis Michel Fugain'in Une Belle Histoire şarkısıyla çınlıyordu.
3 ay arayla değiştirdiği saçları,
yeni bir geçiş dönemini simgeliyordu sanki.
"Evet ruhumun tam istediği gibi olmuş" diye geçirdi içinden.
Beyaz bebek yakalı, siyah mürebbiye elbisesini ve topuklu ayakkabılarını giydi.
18 yıllık bir evliliği bitirmeye gitti.

9 Kasım 2008 Pazar

Issız Adam


Sinemadan çıktı, hızlı adımlarla yürümeye başladı.
Nereye gittiğini bilmiyordu.
Bir önemi de yoktu zaten nereye gittiğinin.
Ara sokaklarda dolaştıktan sonra kitabevine uğrayıp dört tane kitap aldı.
Biraz daha iyi hissediyordu şimdi kendini.
Sakinleştirici etkisi vardı bu kitapların.
Her zaman yaptığı gibi hepsini aynı anda okumaya başlayacaktı.
En büyük zevki buydu.
Birinden sıkılınca diğerine geçecekti.
Kitaplar bitesiye kadar bu böyle devam edecekti.
Ama bugün kitaplar bile tam olarak sakinleştiremiyordu onu.
İzlediği filmin etkisindeydi hala,
Çağan Irmak'ın Issız Adam adlı filminin.
Bu film hayatına girmiş olan ıssız adamları anımsamasına neden oldu.
Kesin kulakları çınlıyordur şimdi hepsinin diye aklından geçirdi.
Başta onları anlamamıştı.
Sonra anladı.
Anladıkça onlar için üzüldü.
Hiçbir zaman hiçbir yere ait olamayacaklardı.
Vatansız bir insan gibi oradan oraya sürükleneceklerdi.
Her zaman başkalarının hayatlarını, mutluluklarını izleyeceklerdi.
Bir sigara yaktı.
Her zaman kalbine dokunmayı başaran böyle filmler ve bu filmleri yapan böyle güzel insanlar olduğu için çok şanslı olduğunu düşündü.
Çünkü böyle anlarda yaşadığını hissediyordu.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Un giorno perfetto

Pembe, kırmızı,mavi,mor,yeşil,sarı renkleri seçilebiliyor.
O kadar güzel süzülüyor ki
Keske ben de onunla ucabilsem diye aklından geciriyor.
Gözlerini uçurtmadan hiç ayırmıyor.
Bir an ayırsa yok olup gideceğini düşünüyor.
Herkes gibi onun da gidebileceğinden korkuyor.
Ama izin vermeyecek gitmesine bu sefer.
Uçurtmayla beraber oradan oraya koşuyor.
Bu sırada gözlüğünü düşürüyor.
Ama umursamıyor.
Tombik yanakları koşmaktan kıpkırmızı oluyor.
En sonunda anneannesi çağırıyor.
Eve gitme vakti geldi.
Annesi ve ablası bekliyor yemeğe.

Anneannesine dönüp " artık büyüdüm mü?, bak uçurtmayı uçarabildim" diyor gülümseyerek.


Ferzan Özpetek'in Un giorno perfetto (Mükemmel bir gün) adlı filmini izledikten sonra aklıma gelen ilk görüntü.

Bu görüntünün oluşmasına herhalde filmin en etkileyici repliği neden oldu.

" Herkes hayatında en az bir kere uçurtma uçurmalıdır. Yoksa büyüyemez"

Çok mutluyum.

Çok.

31 Ekim 2008 Cuma

Sinema Salonum

Büyük bir sinema salonu ama çok büyük.
Tekli, İkili ve dörtlü koltuklarla dolu ama bu koltuklar düzgün bir sekilde yerleştirilmemiş.
Yan yana değil, çarprazlama yerleştirilmiş.
Kimse sinema perdesini görmekte zorlanmıyor.
Çünkü bu koltuklar aşağı yukarı doğru istenildiği gibi ayarlanabilen koltuklar.
Önünde uzun boylu ,bonus saçlı biri görmeni mi engelliyor?, basıyorsun kırmızı düğmeye koltuk yükseliyor.
Koltuklar yan yana ve arka arkaya yerleştirilmediği için senin yükseltme işleminden diğer izleyicilerin etkilenme olasılığı çok az.
Diyelim sorun çıkarmaya müsait bir izleyiciyle karşılaştın.
Depresyona yeni girmiş bir kadın olabilir mesela.
Koltuklara sinir olmuş.
Kocasına devamlı söyleniyor.
" Niye beni buraya getirdin?, bu koltuklar niye böyle?, ben yüksekten korkarım vs." bıdı bıdı bıdı adamın başının etini yiyor ve bu sesten sen rahatsız mı oldun?
Basıyorsun yeşil düğmeye, salonun gökyüzüne bakan tavanı açılıyor.
Şimdi tek yapman gereken üstünde kuru kafa olan siyah düğmeye basmak.
Kadın koltuğuyla beraber sinemanın dışında bulunan yatağın üstüne düşüyor.
Herhangi bir zarar görmediğine dair garanti verebilirim.
Koltuklar bildiğin koltuk değil.
İçi suya benzer kimyasal bir bileşimle doldurulmuş oynak koltuklar.
Süper rahat.
Aman allahım kolan mı bitti?
10 dakika araya da çok var.
Napacaksın?
Basacaksın mavi düğmeye, içecekleri gösteren bir tablo çıkacak.
O tabloda gözüken içeceğin altındaki numaraya basacaksın.
Kolan anında elinde.
Şimdi filmine konsantre olabilirsin.

28 Ekim 2008 Salı

Elma Şekeri


Kocaman bir masa.
Dikdörtgen.
Bir ucunda bir kız çocuğu.
Diğer ucunda bir erkek çocuğu.
Ortada bir elma şekeri.
Masadan kalkmadan onu almaları gerekiyor.
Her yolu deniyorlar.
Kız bir ara attığı oltayla elma şekerine değiyor gibi oluyor.
Ama o da ulaşamıyor.
En sonunda vazgeçiyorlar ve çantalarından çıkardıkları nutellaları yemeye başlıyorlar.
Dana sonra birbirlerine el sallayıp, odanın her iki köşesinde de bulunan kapılardan çıkıp gidiyorlar.

21 Ekim 2008 Salı

Balon

Fonda j'y suis jamias allé çalıyor.
Amelie filminden hatırlayabilirsiniz.
Herkes dansediyor.
Müziği duyan.
Kocaman bir balonun içinde dansediyoruz.
Üstümüzden gökkuşağı geçiyor.
Sonra gökyüzüne doğru uçmaya başlıyor balon.
Ama kimse farketmiyor.
Balon uçarken dışardaki insanları da içine çekiyor.
Gitgide büyüyor herkes.
Balon da büyüyor.
Bütün dünyayı yutuyor sonunda balon.
Dünya balon oluyor.

İyi uykular

Öğrendik sonunda.
Tepkisiz olmayı.
Sanki sinirleri alınmış herkesin.
Suratlarında anlamsız bir gülümseme.
Dünya yansa kimsenin umrunda değil.
Dese birisi çıkıp " arkadaşlar 2 gün sonra dünya yok olacak, buyrun şu taraftan marsa gidiyoruz."
" Sıcak olur mu orası?, bir dakika güneş kremimi alıp geliyorum " olacak cevapları.
Koyun olmayı sever olmuş herkes.
Biri çalsın ıslık yönümüzü bulalım mantığında yaşıyoruz.
Beynimizi yormayalım sakın.
İyi uykular.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Teta

Uyumak üzereydi.
Gözlerini kapadığı an ,aynı rüyayı tekrar görmeye başladı kaldığı yerden.
Kendini zorlayarak tekrar uyandı.
Telefonunu aradı, yatakta bir yerde olması gerekiyordu.
Saat 4'ü geçmişti bile.
Göz kapakları ağırlaşmaya başladı.
Hayır uyuyamazdı.
Aynı rüyayı görmek istemiyordu.
Ama daldığı an tekrar rüya görmeye başladı.
100. kez.
Tam olarak rüyanın konusunu hatırlamıyordu.
Bağırmaya başladı.
Kimse onu duymuyordu.
Sabaha kadar süren bu eziyetten sonra uyandı.
Çok yorulmuştu.
Beynindeki hangi dalgaların buna neden olmuş olabileceğini düşündü.
En sonunda teta ve deltada karar kıldı.
Evet her şeyin sorumlusu onlardı.
Şunları kontrol etmeyi bir öğrense, yaratıcı düşünceyi istediği zaman ortaya çıkarabilecekti.
Şans diledi kendine.
Ve işe gitti.

17 Ekim 2008 Cuma

Durdurdu

Durdurdu.
"Dur" komutuyla her şey durdu.
Özlemek durdu.
İstemek durdu.
Ağlamak durdu.
Resim bulanıktı artık gözünde canlandıramıyordu son halini.
Sonra kafasında beliren kısa yolları not etti masada bulduğu bir kağıda.
1) Senden büyük değil, aynısınız.
2) Abartma.
3) Birbiriniz için yaratılmadınız, sen yaratıyorsun her şeyi yani istemezsen o olmaz, dünya olmaz.
4) Kalbin hızlı atıyor diye önemli bir şey sanma, hormonların numarası.
5) Senin hayatın var.
6) Anlam yükleme*
Bu son yazdığı kısa yola yıldız koydu.
Çünkü her şey onun yüzünden oluyordu.

Bunları yazmasının ardından 3 asır geçti.

Artık anlam yüklemiyordu böylece kendinden parça kopmadı hiç.
Kopmayan parçalar birleşti, birleşti ve sakinleşti.

Dünyada bunu başarabilen tek insan olarak tarihe geçti.
Çünkü aşkı durdurmayı başarmıştı.

16 Ekim 2008 Perşembe

Kenjutsu


"Ağustos mu yoksa temmuz mu daha sıcak olur?" sorusunu her yaz olduğu gibi bu yaz da sormuştu, sıcaktan bunaldıkları bir günde.
Her yaz verdiği cevabı tekrarladı sarışın ve gülmeye başladı.
"Ağustos"
Ama Sezen Aksu'nun küçük bir kopyasını andıran esmer yine reddetti bu cevabı.
Yani nasıl ağustos daha sıcak olabilirdi ki.
İçinde bulundukları ay temmuzdu ve sıcaktan nefes alamıyorlardı.
Aldığı cevaptan tatmin olmadığı her halinden belli olan esmer bence "temmuz" diye ısrar etti.
Gülme evresini geçmişlerdi artık ağlıyorlardı. Gerçekten." Bu krizi atlatmanın mutlaka bir yolu olmalı" diye düşünüyordu sarışın.
O sırada zil çaldı. Kendilerini toparlamaya çalıştılar.
Kapıyı açtıklarında beyaz saçlı ,sakallarını beline kadar uzatmış, pelerini andıran beyaz bir elbise giymiş, 80 yaşlarında ihtiyar bir adamla karşılaştılar.
Sarışın esmerle göz göze gelmemeye çalıştı. Tekrar bir gülme krizine girmekten korkuyordu çünkü.
"Buyrun" dedi kısık bir sesle. "Nasıl yardımcı olabilirim size"
İhtiyar tok bir sesle " Ben Noel Baba hanım kızım. Geçen yıl hediyeni vermeyi unutmuştum. Onun için geldim"
Kızlar daha fazla kendilerini tutumadılar ve gülmeye başladılar. Ama nasıl gülmek. Güldükçe garip sesler çıkarıyorlardı. Çıkardıkları sesleri duydukça kendilerinden geçmişcesine gülüyorlardı.
Adam bu duruma bir anlam verememişti. Tuhaf tuhaf kızların suratına bakıyordu.
En sonunda elini bohça şeklindeki kocaman çantasına soktu ve içinden büyük bir kılıç çıkardı. Tek hamleyle kızların kafalarını gövdelerinden ayırdı.
Daha sonra kılıcını çantasına koyup binadan uzaklaştı.

Ertesi gün bütün gazeteler bu olaydan bahsediyordu.

Savcılıkta verdiği ifadede “ Kenjutsu adı verilen dövüş sanatıyla yıllardır uğraştığını ama 2 gün önce evinin bahçesinde her zamanki çalışmasını yaparken, söz konusu kızların kendisinin yanına gelerek “ bu kılıcı kullanmak için fazla yaşlı değil misin moruk”şeklinde kendisine sözlü saldırıda bulunduklarını, bu nedenle çok sinirlendiğini ve kızlara, kılıcı nasıl kullandığını, onları öldürerek gösterdiğini” belirtmiş.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Ayna


"Müziği hissediyorum"diye bağırmaya başladı.
Daha sonra çığlık atmayı bırakarak kulakları olduğuna şükretti.
Aynaya baktı kulaklarını sevdi.
Duyduğu için dua etti bir kez daha.
Dua ederken aynaya bakıyordu. O sırada gözlerinin kulaklarına kıskançlıkla baktığını farketti.
Haklıydı gözler.
Sevdiği hatta taptığı filmleri izlemesine yardımcı olan onlar değil miydi?
Gerçekten anladı haksızlık ettiğini.
Özür diledi.
Gözler gülmeye başladı.
Çok mutluydular.
İyi ki vardılar.
Biraz daha uzağa gitti ve tekrar aynaya baktı gülümseyerek.
Mucizevi bir şey oldu.
Büyüdü.

Dali

Figueras'taki müzesini gördükten sonra kendisine olan hayranlığım bir kat daha artan Dali'yle tanışma fırsatım olsaydı keşke.

Özellikle Gala'ya olan aşkı beni çok etkilemişti.( Gerçek bir aşk olup olmadığı tartışılır ama ben gerçek olduğuna inanmak istiyorum)

Kazım Koyuncu'nun "Yalnız Acı" adlı eserini dinlerken aklıma Dali ve Gala'nın görüntüsü geliyor .Elele tutuşmuşlar, evlerinin bahçesinde dolaşıyorlar. Dali bıyıklarıyla oynarken, son resmini nasıl yetiştireceğini düşünüyor. Gala ise Dali'nin ellini sıkıca tutarak, ona her şeyin bir şekilde halledileceğini fısıldıyor.Dali, Gala ve Kazım Koyuncu üçlüsü beni görüyorlarsa şu anda çok eğleniyorlardır.:))









14 Ekim 2008 Salı

Guez'in Poisi



"Ya ne diyeceğim sana benim içimde kocaman bir enerji var. Böyle ne yapsam enerjim bitmek bilmiyor. Yani yapmam gereken bir şeyler var da sanki ben baska işlerle uğraşıyorum. Asıl görevim bu değil gibi."

Dediği an farketmişti. Düşünmediğini kendi kendine. Guez de duyuyordu bu cümleleri.

Guez kim mi...

Kendisi m.ö. 320 de Milet şehrinde doğmuş İyonyalı bir düşünür. Ama hep düşünürmüş. Uyuması gereken zamanlarda bile düşünen büyük bir düşünürmüş.

Neyse yıl olmuş 2008 bizim Guez düşünmeyi bırakmış. "Artık poi çevireceğim, hem de ateşli poi" diyerek, 13 Ekim 2008 sabahında düşünmeyi bırakarak ilk cümlesini kurmuş.

İnternetteki bi siteden poi satın almış. Ve başlamış müzik eşliğinde poisini çevirmeye ama 2.saniyesinde büyük bir felaket yasanmış. Büyük düşünür Guez'in yıllardan beri uzattığı rapunzel şaçları yanmaya başlamış ateşin saçına değmesiyle.Guez yanarak ölmüş.

Ölmüş.

En çok da bu ölüme cümlelerin sahibi üzülmüş. Keşke demiş içimden düşünseydim de Guez ölmeseydi.

Gibi bir şeyler....

13 Ekim 2008 Pazartesi

Çelişin Durun

Çay,sigara,çay,sigara,kahve,sigara,sigara,sigara......
Yine bu saydıklarımla geçen bir gün.
Tiryaki miyim ondan bile emin değilim.
Emin olduğum hiçbir şey yok şu boktan hayatta.
Misal senin aşkından öldüğümü düşündüğüm bir günün akşamı benden 1000lerce km uzakta olmanı dileyebilirim.
Çelişkiler içinde geçmek zorunda olan bir hayat.
Bence bize verilmiş cezalardan biri bu. Evet evet. Kesinlikle. Hatta cezaların en büyüğü "çelişin ey insanlar" diye beddua etmiş zamanında bir cin bize.
Lanetlenmişiz yani.
O gün bugündür her şeyle çelişir durur olmuşuz.
Çelişmiyorum diyen biri varsa çıksın karşıma.

Gerçekten

Aldığım bu karara kahkahalarla gülüyorum. Çünkü rüyalar olmadan yaşayamam ben. Kesin Ölürüm. Rüya görmediğimi anladığım ilk gün yemek yemeyi bırakırım, sonra da su içmeyi. En son olarak da nefes almaktan vazgeçerim. Gerçekten.

Bunu sana söylediğim ilk gün bana cok gülmüştün. O anda seni terk etmek istedim. Böyle arkamdan yalvarmanı izleyecektim zevkle.

Rüyalarıma kimse laf söyleyemez. Bu kişi "sen" olsan bile.

Yani uzun lafın kısası beni ayakta tutan rüyalarım ve hayallerimdir. Bunu sen de anlayacaksın zamanla. O zaman bana hak vereceksin.

Rüyanın Etkisiyle...


Telefonu elime aldım. Bakıyorum boş boş ekrana. Dün çektiğim fotoğraftaki "ben" bana bakıyor gülümseyerek. Ben de ona gülümsüyorum.

Sonra ne kadar zaman geçti bu bakışmanın ardından tam olarak hatırlamıyorum.

Sonunda basıyorum senin isminin olduğu numaraya. Sesini duyar duymaz aslında o kadar özlemediğimi farkediyorum. Ama aramış bulundum ne yazık ki. Üf ya neyse artk 2-3 cümle kuruyorum zoraki. Sonra kapatıyorum. Yüzüne mi kapattım acaba diye 2 saniye kadar düşünüyorum. Ama 2 saniyeyi geçmiyor bu düşünme kısmı.

Bu rüyalar başıma dert olmaya başladı. O anda artık rüya görmemeye karar veriyorum.

Eldiven

"Gelmeden arasaydın. Ben hatırlatırdım sana.Eldiveni.Çok rahatsız edici bi durum gerçekten eldivensiz gelmiş olman.Daha önce yüzlerce kez söylememe rağmen yine kendi bildiğini okudun. Bundan sonrası sana kalmıs. Herhangi bi terslik olduğunda bütün sorumluluk sende."

İşte en son böyle bir konuşma geçmişti senle aramızda Çin'e gitmeden önce. Gittiğinde ne hissettiğimi tam olarak hatırlamıyorum. Yorgunluktu herhalde en ağır basan duygu. Aslında yorgunluktan öte bir rahatlamaydı hissettiğim. İtiraf ediyorum. Çok rahatlamıştım gittiğinde hatta iyi ki gitmiştin hayatımdan.

Artık takmayabilirsin o eldivenleri.

Uyandım. Gördüğüm bu saçma rüyaya bir anlam yüklemeye çalıştım. Çalıştım. Bilinçaltımın bana ne demek istediğini anlamaya çalıştım.

Sonra vazgeçtim. Yüklemiyorum. Bırakıyorum.
Kahvemi içeyim seni arayacağım birazdan.
Özledim galiba.
Site Meter