31 Ekim 2008 Cuma

Sinema Salonum

Büyük bir sinema salonu ama çok büyük.
Tekli, İkili ve dörtlü koltuklarla dolu ama bu koltuklar düzgün bir sekilde yerleştirilmemiş.
Yan yana değil, çarprazlama yerleştirilmiş.
Kimse sinema perdesini görmekte zorlanmıyor.
Çünkü bu koltuklar aşağı yukarı doğru istenildiği gibi ayarlanabilen koltuklar.
Önünde uzun boylu ,bonus saçlı biri görmeni mi engelliyor?, basıyorsun kırmızı düğmeye koltuk yükseliyor.
Koltuklar yan yana ve arka arkaya yerleştirilmediği için senin yükseltme işleminden diğer izleyicilerin etkilenme olasılığı çok az.
Diyelim sorun çıkarmaya müsait bir izleyiciyle karşılaştın.
Depresyona yeni girmiş bir kadın olabilir mesela.
Koltuklara sinir olmuş.
Kocasına devamlı söyleniyor.
" Niye beni buraya getirdin?, bu koltuklar niye böyle?, ben yüksekten korkarım vs." bıdı bıdı bıdı adamın başının etini yiyor ve bu sesten sen rahatsız mı oldun?
Basıyorsun yeşil düğmeye, salonun gökyüzüne bakan tavanı açılıyor.
Şimdi tek yapman gereken üstünde kuru kafa olan siyah düğmeye basmak.
Kadın koltuğuyla beraber sinemanın dışında bulunan yatağın üstüne düşüyor.
Herhangi bir zarar görmediğine dair garanti verebilirim.
Koltuklar bildiğin koltuk değil.
İçi suya benzer kimyasal bir bileşimle doldurulmuş oynak koltuklar.
Süper rahat.
Aman allahım kolan mı bitti?
10 dakika araya da çok var.
Napacaksın?
Basacaksın mavi düğmeye, içecekleri gösteren bir tablo çıkacak.
O tabloda gözüken içeceğin altındaki numaraya basacaksın.
Kolan anında elinde.
Şimdi filmine konsantre olabilirsin.

28 Ekim 2008 Salı

Elma Şekeri


Kocaman bir masa.
Dikdörtgen.
Bir ucunda bir kız çocuğu.
Diğer ucunda bir erkek çocuğu.
Ortada bir elma şekeri.
Masadan kalkmadan onu almaları gerekiyor.
Her yolu deniyorlar.
Kız bir ara attığı oltayla elma şekerine değiyor gibi oluyor.
Ama o da ulaşamıyor.
En sonunda vazgeçiyorlar ve çantalarından çıkardıkları nutellaları yemeye başlıyorlar.
Dana sonra birbirlerine el sallayıp, odanın her iki köşesinde de bulunan kapılardan çıkıp gidiyorlar.

21 Ekim 2008 Salı

Balon

Fonda j'y suis jamias allé çalıyor.
Amelie filminden hatırlayabilirsiniz.
Herkes dansediyor.
Müziği duyan.
Kocaman bir balonun içinde dansediyoruz.
Üstümüzden gökkuşağı geçiyor.
Sonra gökyüzüne doğru uçmaya başlıyor balon.
Ama kimse farketmiyor.
Balon uçarken dışardaki insanları da içine çekiyor.
Gitgide büyüyor herkes.
Balon da büyüyor.
Bütün dünyayı yutuyor sonunda balon.
Dünya balon oluyor.

İyi uykular

Öğrendik sonunda.
Tepkisiz olmayı.
Sanki sinirleri alınmış herkesin.
Suratlarında anlamsız bir gülümseme.
Dünya yansa kimsenin umrunda değil.
Dese birisi çıkıp " arkadaşlar 2 gün sonra dünya yok olacak, buyrun şu taraftan marsa gidiyoruz."
" Sıcak olur mu orası?, bir dakika güneş kremimi alıp geliyorum " olacak cevapları.
Koyun olmayı sever olmuş herkes.
Biri çalsın ıslık yönümüzü bulalım mantığında yaşıyoruz.
Beynimizi yormayalım sakın.
İyi uykular.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Teta

Uyumak üzereydi.
Gözlerini kapadığı an ,aynı rüyayı tekrar görmeye başladı kaldığı yerden.
Kendini zorlayarak tekrar uyandı.
Telefonunu aradı, yatakta bir yerde olması gerekiyordu.
Saat 4'ü geçmişti bile.
Göz kapakları ağırlaşmaya başladı.
Hayır uyuyamazdı.
Aynı rüyayı görmek istemiyordu.
Ama daldığı an tekrar rüya görmeye başladı.
100. kez.
Tam olarak rüyanın konusunu hatırlamıyordu.
Bağırmaya başladı.
Kimse onu duymuyordu.
Sabaha kadar süren bu eziyetten sonra uyandı.
Çok yorulmuştu.
Beynindeki hangi dalgaların buna neden olmuş olabileceğini düşündü.
En sonunda teta ve deltada karar kıldı.
Evet her şeyin sorumlusu onlardı.
Şunları kontrol etmeyi bir öğrense, yaratıcı düşünceyi istediği zaman ortaya çıkarabilecekti.
Şans diledi kendine.
Ve işe gitti.

17 Ekim 2008 Cuma

Durdurdu

Durdurdu.
"Dur" komutuyla her şey durdu.
Özlemek durdu.
İstemek durdu.
Ağlamak durdu.
Resim bulanıktı artık gözünde canlandıramıyordu son halini.
Sonra kafasında beliren kısa yolları not etti masada bulduğu bir kağıda.
1) Senden büyük değil, aynısınız.
2) Abartma.
3) Birbiriniz için yaratılmadınız, sen yaratıyorsun her şeyi yani istemezsen o olmaz, dünya olmaz.
4) Kalbin hızlı atıyor diye önemli bir şey sanma, hormonların numarası.
5) Senin hayatın var.
6) Anlam yükleme*
Bu son yazdığı kısa yola yıldız koydu.
Çünkü her şey onun yüzünden oluyordu.

Bunları yazmasının ardından 3 asır geçti.

Artık anlam yüklemiyordu böylece kendinden parça kopmadı hiç.
Kopmayan parçalar birleşti, birleşti ve sakinleşti.

Dünyada bunu başarabilen tek insan olarak tarihe geçti.
Çünkü aşkı durdurmayı başarmıştı.

16 Ekim 2008 Perşembe

Kenjutsu


"Ağustos mu yoksa temmuz mu daha sıcak olur?" sorusunu her yaz olduğu gibi bu yaz da sormuştu, sıcaktan bunaldıkları bir günde.
Her yaz verdiği cevabı tekrarladı sarışın ve gülmeye başladı.
"Ağustos"
Ama Sezen Aksu'nun küçük bir kopyasını andıran esmer yine reddetti bu cevabı.
Yani nasıl ağustos daha sıcak olabilirdi ki.
İçinde bulundukları ay temmuzdu ve sıcaktan nefes alamıyorlardı.
Aldığı cevaptan tatmin olmadığı her halinden belli olan esmer bence "temmuz" diye ısrar etti.
Gülme evresini geçmişlerdi artık ağlıyorlardı. Gerçekten." Bu krizi atlatmanın mutlaka bir yolu olmalı" diye düşünüyordu sarışın.
O sırada zil çaldı. Kendilerini toparlamaya çalıştılar.
Kapıyı açtıklarında beyaz saçlı ,sakallarını beline kadar uzatmış, pelerini andıran beyaz bir elbise giymiş, 80 yaşlarında ihtiyar bir adamla karşılaştılar.
Sarışın esmerle göz göze gelmemeye çalıştı. Tekrar bir gülme krizine girmekten korkuyordu çünkü.
"Buyrun" dedi kısık bir sesle. "Nasıl yardımcı olabilirim size"
İhtiyar tok bir sesle " Ben Noel Baba hanım kızım. Geçen yıl hediyeni vermeyi unutmuştum. Onun için geldim"
Kızlar daha fazla kendilerini tutumadılar ve gülmeye başladılar. Ama nasıl gülmek. Güldükçe garip sesler çıkarıyorlardı. Çıkardıkları sesleri duydukça kendilerinden geçmişcesine gülüyorlardı.
Adam bu duruma bir anlam verememişti. Tuhaf tuhaf kızların suratına bakıyordu.
En sonunda elini bohça şeklindeki kocaman çantasına soktu ve içinden büyük bir kılıç çıkardı. Tek hamleyle kızların kafalarını gövdelerinden ayırdı.
Daha sonra kılıcını çantasına koyup binadan uzaklaştı.

Ertesi gün bütün gazeteler bu olaydan bahsediyordu.

Savcılıkta verdiği ifadede “ Kenjutsu adı verilen dövüş sanatıyla yıllardır uğraştığını ama 2 gün önce evinin bahçesinde her zamanki çalışmasını yaparken, söz konusu kızların kendisinin yanına gelerek “ bu kılıcı kullanmak için fazla yaşlı değil misin moruk”şeklinde kendisine sözlü saldırıda bulunduklarını, bu nedenle çok sinirlendiğini ve kızlara, kılıcı nasıl kullandığını, onları öldürerek gösterdiğini” belirtmiş.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Ayna


"Müziği hissediyorum"diye bağırmaya başladı.
Daha sonra çığlık atmayı bırakarak kulakları olduğuna şükretti.
Aynaya baktı kulaklarını sevdi.
Duyduğu için dua etti bir kez daha.
Dua ederken aynaya bakıyordu. O sırada gözlerinin kulaklarına kıskançlıkla baktığını farketti.
Haklıydı gözler.
Sevdiği hatta taptığı filmleri izlemesine yardımcı olan onlar değil miydi?
Gerçekten anladı haksızlık ettiğini.
Özür diledi.
Gözler gülmeye başladı.
Çok mutluydular.
İyi ki vardılar.
Biraz daha uzağa gitti ve tekrar aynaya baktı gülümseyerek.
Mucizevi bir şey oldu.
Büyüdü.

Dali

Figueras'taki müzesini gördükten sonra kendisine olan hayranlığım bir kat daha artan Dali'yle tanışma fırsatım olsaydı keşke.

Özellikle Gala'ya olan aşkı beni çok etkilemişti.( Gerçek bir aşk olup olmadığı tartışılır ama ben gerçek olduğuna inanmak istiyorum)

Kazım Koyuncu'nun "Yalnız Acı" adlı eserini dinlerken aklıma Dali ve Gala'nın görüntüsü geliyor .Elele tutuşmuşlar, evlerinin bahçesinde dolaşıyorlar. Dali bıyıklarıyla oynarken, son resmini nasıl yetiştireceğini düşünüyor. Gala ise Dali'nin ellini sıkıca tutarak, ona her şeyin bir şekilde halledileceğini fısıldıyor.Dali, Gala ve Kazım Koyuncu üçlüsü beni görüyorlarsa şu anda çok eğleniyorlardır.:))









14 Ekim 2008 Salı

Guez'in Poisi



"Ya ne diyeceğim sana benim içimde kocaman bir enerji var. Böyle ne yapsam enerjim bitmek bilmiyor. Yani yapmam gereken bir şeyler var da sanki ben baska işlerle uğraşıyorum. Asıl görevim bu değil gibi."

Dediği an farketmişti. Düşünmediğini kendi kendine. Guez de duyuyordu bu cümleleri.

Guez kim mi...

Kendisi m.ö. 320 de Milet şehrinde doğmuş İyonyalı bir düşünür. Ama hep düşünürmüş. Uyuması gereken zamanlarda bile düşünen büyük bir düşünürmüş.

Neyse yıl olmuş 2008 bizim Guez düşünmeyi bırakmış. "Artık poi çevireceğim, hem de ateşli poi" diyerek, 13 Ekim 2008 sabahında düşünmeyi bırakarak ilk cümlesini kurmuş.

İnternetteki bi siteden poi satın almış. Ve başlamış müzik eşliğinde poisini çevirmeye ama 2.saniyesinde büyük bir felaket yasanmış. Büyük düşünür Guez'in yıllardan beri uzattığı rapunzel şaçları yanmaya başlamış ateşin saçına değmesiyle.Guez yanarak ölmüş.

Ölmüş.

En çok da bu ölüme cümlelerin sahibi üzülmüş. Keşke demiş içimden düşünseydim de Guez ölmeseydi.

Gibi bir şeyler....

13 Ekim 2008 Pazartesi

Çelişin Durun

Çay,sigara,çay,sigara,kahve,sigara,sigara,sigara......
Yine bu saydıklarımla geçen bir gün.
Tiryaki miyim ondan bile emin değilim.
Emin olduğum hiçbir şey yok şu boktan hayatta.
Misal senin aşkından öldüğümü düşündüğüm bir günün akşamı benden 1000lerce km uzakta olmanı dileyebilirim.
Çelişkiler içinde geçmek zorunda olan bir hayat.
Bence bize verilmiş cezalardan biri bu. Evet evet. Kesinlikle. Hatta cezaların en büyüğü "çelişin ey insanlar" diye beddua etmiş zamanında bir cin bize.
Lanetlenmişiz yani.
O gün bugündür her şeyle çelişir durur olmuşuz.
Çelişmiyorum diyen biri varsa çıksın karşıma.

Gerçekten

Aldığım bu karara kahkahalarla gülüyorum. Çünkü rüyalar olmadan yaşayamam ben. Kesin Ölürüm. Rüya görmediğimi anladığım ilk gün yemek yemeyi bırakırım, sonra da su içmeyi. En son olarak da nefes almaktan vazgeçerim. Gerçekten.

Bunu sana söylediğim ilk gün bana cok gülmüştün. O anda seni terk etmek istedim. Böyle arkamdan yalvarmanı izleyecektim zevkle.

Rüyalarıma kimse laf söyleyemez. Bu kişi "sen" olsan bile.

Yani uzun lafın kısası beni ayakta tutan rüyalarım ve hayallerimdir. Bunu sen de anlayacaksın zamanla. O zaman bana hak vereceksin.

Rüyanın Etkisiyle...


Telefonu elime aldım. Bakıyorum boş boş ekrana. Dün çektiğim fotoğraftaki "ben" bana bakıyor gülümseyerek. Ben de ona gülümsüyorum.

Sonra ne kadar zaman geçti bu bakışmanın ardından tam olarak hatırlamıyorum.

Sonunda basıyorum senin isminin olduğu numaraya. Sesini duyar duymaz aslında o kadar özlemediğimi farkediyorum. Ama aramış bulundum ne yazık ki. Üf ya neyse artk 2-3 cümle kuruyorum zoraki. Sonra kapatıyorum. Yüzüne mi kapattım acaba diye 2 saniye kadar düşünüyorum. Ama 2 saniyeyi geçmiyor bu düşünme kısmı.

Bu rüyalar başıma dert olmaya başladı. O anda artık rüya görmemeye karar veriyorum.

Eldiven

"Gelmeden arasaydın. Ben hatırlatırdım sana.Eldiveni.Çok rahatsız edici bi durum gerçekten eldivensiz gelmiş olman.Daha önce yüzlerce kez söylememe rağmen yine kendi bildiğini okudun. Bundan sonrası sana kalmıs. Herhangi bi terslik olduğunda bütün sorumluluk sende."

İşte en son böyle bir konuşma geçmişti senle aramızda Çin'e gitmeden önce. Gittiğinde ne hissettiğimi tam olarak hatırlamıyorum. Yorgunluktu herhalde en ağır basan duygu. Aslında yorgunluktan öte bir rahatlamaydı hissettiğim. İtiraf ediyorum. Çok rahatlamıştım gittiğinde hatta iyi ki gitmiştin hayatımdan.

Artık takmayabilirsin o eldivenleri.

Uyandım. Gördüğüm bu saçma rüyaya bir anlam yüklemeye çalıştım. Çalıştım. Bilinçaltımın bana ne demek istediğini anlamaya çalıştım.

Sonra vazgeçtim. Yüklemiyorum. Bırakıyorum.
Kahvemi içeyim seni arayacağım birazdan.
Özledim galiba.
Site Meter